Page 72 - Dârülmülk Konya Dergisi 2023 3. Sayı
P. 72

tepesinden soğuk su döküldüğü manzûr-ı      Edelim feyz-i Cünûnî Dede’yi istihsâl
                 çeşm-i iftihârım oldu. Orada yuğuculara     Matlaında bir kıtası ve Senih Efendi’nin:
                 çıkma vermekle meşgûl birisi Fakirin nazar-ı   Senîh ey pâdişâh-ı mülk-i ma’nâ pâyına geldi
                 memnuniyetimi görünce dedi ki: Kaplıca’nın   Huzûra armağanı cevher-i sıdk-ı dür-i dindir?
                 tâmirinden evvel burada bir levha varmış
                 ki sikkeyi medhediyormuş, sonra tâmirde     niyazını hâvî elvâh-ı nefîse muallaktır.
                 nasılsa zâyi’ olmuş:                        Bunlara ilâve-i zâide olarak Fakir de şu
                                                             istirhâm-nâmeyi yazdım:
                 Cem’ olup yetmiş iki fırka gelir Kaplıcaya  Ey şâh-ı cünûn-ı deşt-i sevdâ
                 Feyz alır bûs ederek sikke-i Mevlânâ’yı
                                                             Müstağrak-ı bahr-i aşk u cezbe
                 beyti hatırda kalmış.                       Tâhir ki derinde sâilindir
                 Fi’l-vâki beytin irâe ettiği gibi herkesin bûsegâhı   Lütf u kerem et o mürde kalbe
                 oluyor, her teşneyi irvâ ediyordu, Fakir de o   Sol tarafta hücerât ve şeyh dairesi ve karşı
                 âdete ittibâı câna minnet bilerek vaz’-ı şifâh-ı   tarafta ise şadırvan ve semâhâne vardır ki
                 bendegî ve teskîn-i sûz-ı teşnegî ettim. Hattâ   bahçenin tâ ortasından kâin olup önünde iki
                 buna telmîhen ve “külâh-ı Mevlevî” gazeline   üç tane dâimü’l-cereyan havuzlarla cennetin
                 ilaveten şu iki beyit hatıra geldi:         gösterdi “tecrî tahtehe’l-enhârı”nı ifadesini
                 Yek-dilâne kıblegâh-ı cümle akvâm olması    isbat eder. Gittiğim mukâbele günü olan cuma
                 Çok mudur mir’ât-ı vahdettir külâh-ı Mevlevî  idi. Lâkin Şeyh Efendi olmadığından edâ-yı
                                                             salâtı müteâkib ism-i Celâl okundu. Fakat
                 Çeşme-i maü’l-hayât-ı ins ü cân dersem n’ola  Yenikapı Dergâhı’ndaki âhenk nerede? Ne
                 Menba’-ı feyz-i hakîkattir külâh-ı Mevlevî  ise Hak kabul etsin, okundu bitti. O akşam
                 Dergâh-ı şerîfe de gittim. Kapıdan girilince   dergâhta kaldım. Matbah-ı şerîfi ziyâret ettim.
                 sağ tarafta:                                Dört cân var. Yatsı namazından sonra mekteb-i
                                                             idâdî-i mülkî müdürü olup muhibbândan
                 Mollâ-yı cünûn-ı da’vi-i aşk
                 Müftî-i lüzûm-ı terk-i hestî                bulunan Ziyâ Bey Mesnevî-i Şerîf takrîrine
                                                             başladı. Cenâb-ı Mesnevî’nin ulviyetine
                 Sultân-ı Cünûni Şeyh Ahmed                  hürmeten dinledik. Bahis, rûhun uyku halinde
                 Sâkî-i şarâb-ı Hak-perestî                  âlemine i’tilâsı ve uyku ölümün kardeşi

                 Efendimizin ve câ-nişîn-i kudsiyyetleri     olduğunu mübeyyin idi. Sabahleyin Gelibolu
                 olan meşâyih-i kirâmın münzevi oldukları    çilekeşlerinden Kayseriyyeli Arap Bekir Dede
                 huzûr pür-nûr olup muvâcehe penceresinde    ile konuşuyorduk. Akşam bulunmadığı cihetle
                 Hemdem Çelebi merhûmun yalnız:              dersin neden bahsolduğunu sordu. Fakir
                                                             söyleyince “Allah Allah birisi tûtî hikâyesini
                 Âsitân-ı pîr-i ekberden çü geldi nezdine    bıraktı da bülbül hikâyesini söylüyordu”
                 Etme mahrûm Hemdem’i ey vâkıf-ı cümle şuûn  dedi, gülmeye başladık. Bilmem anlayışta mı,
                                                                        50
                 Maktaı hatırımda kalan bir levhasıyla, Zîver   anlatışta mı?”
                 Paşa merhûmun:

                 Olalım silsile-i cünbân-ı der-i Mevlânâ     50 Tahir Olgun, Çilehâne Mektupları, haz. Cemal Kurnaz, Gülgün
                                                             Erişen, Ankara, 1995 s. 117-121.







                                                            71
   67   68   69   70   71   72   73   74   75   76   77