Page 85 - Dârülmülk Konya Dergisi 2024 6. Sayı
P. 85

Zaten vatan-millet, din-diyânet aşkıyla yanan bu kavruk
                   gönlün sahibi, pek erkenden kalbinden rahatsızlanmış

                  ve ardından “Biz dünyâdan gider olduk, kalanlara selâm
                olsun!” deyivermemiş miydi diye hissetmişimdir vefatının

                                                  ardından.




             alan sohbetlerin adı olan “eşhas geçme”      bunun “ustaca dalışlar” olduğunu, hazirûnun,
             bahislerini -Ziya Nur ağabeyin tabiriyle bu   söz ve sohbete fiilen/lafzen katılmasını
             tarz konuşmaları dedikodudan ayırmak için bu  sağlayacak neticeler verdiğini görmüştüm.
             terim kullanılırdı- herkes büyük bir dikkat ve   Ayrıca bu ustaca hareket gittikçe tek kişinin
             merakla dinlerdi. Ancak, Ahmet Nuri ağabey   nutkuna, monoloğuna dönüşen meclisi daha
             sözü ele aldığında sazı bırakmadan, heyecanlı,   revnaklandırır, lafı ortaya çevirmiş olurdu. Onun
             âdetâ makineli tüfekle ateş edercesine uzun   bu şekilde söze girip sohbeti yönlendirmesi,
             konuşmalar yapmakla tanırdı. Ona göre        hatta bizlere de ismimizle hitap ederek “E… sen
             epeyce sükûtî olan Ferruh Ağabey söze        ne diyorsun bakalım?” gibi ifadelerle soru sorma
             girdiğinde fazla uzatmadan, az ama öz söyler,   imkânı veren davetkâr tavır ve tarzına ayrıca
             gücünü yumuşaklığından alan, etkisi de bana   işaret etmek gerekir. Tabii bu davranışın, şimdiki
             Âkif’in “Nevruz’a Nasihat” şiirindeki:       gençlerin çoğu kere “câhil cesur olur” fehvasınca
                                                          yaptıkları gibi, “bence…” lafzıyla söze girip
             “Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit işte gerek
             Özü sağlam, sözü sağlam adam ol, ırkına çek!”  meseleyi kırıp dökmeye imkân verecek derecede
                                                          lâf ebeliğine varan bir âdapsızlığa varmadığını
             mısralarını hatırlatırdı. Evet… Kimliği, -vasıfları   eklemeliyim. Yani bize böyle bir tevcihle söz
             demek daha yerinde zannederim- âdetâ bu      hakkı verildiğinde bunu, büyük bir ekseriyetle,
             beytin meâl-imünifi gibiydi.   Şahsiyeti de   anlamadığımız hususları öğrenmek için fırsat
             beytin “Özü sağlam, sözü sağlam adam” ölçüsüne  olacak sorularla değerlendirirdik.
             tam uyuyor, eski deyimle mısraın “mâ-sadak”ı
             oluyordu. Buna,dikkatimi çeken şu özelliğini   İmam-Hatip’te Hüseyin Karagözoğlu
             de eklemeliyim: Ahmet ağabey bermutad        hocamızdan rik’a meşkederken
             sözü uzattığında, Ferruh ağabey devreye girer,   “mürekkebât”ta yazdığımız cümlelerden
             hazretin bir nefes aralığında “lâfını balla kestim”   biri olarak dikkatimi çeken “ilim bir kuyu
             dercesine, yüzünde çoğu zaman görmeye        müzâkere onun kovasıdır” kelâm-ı kibârı,
             alıştığımız hafif bir tebessümle: “Peki… Ağabey!   onunla gerçekleştirdiğimiz sohbetler için
             Meseleye bir de şu tarafından bakalım!..”; “Değil mi   ölçüdür. Karagözoğlu rahmetli, bu sözü
             efendim?..” gibi sözlerle sanki onu frenlemek   akranlar arasında belli bir konuda müdavele-i
             isterdi. Böylece, sohbeti monotonluktan      efkâr/fikir alışverişi, hoca-talebe arasında
             kurtarmak, nutuk havasından,ders anlatma     ise soru-cevap olarak açıklamıştı.  İşte biz
             kalıbından çıkarmak için konuşmaya giriverir ve   de soru sorup cevabını dinleme eğitimine
             sohbeti isabetle yönlendirirdi. Çok geçmeden   ilk adımlarımızı bu minvâl ile atmıştık.








                                                        83
   80   81   82   83   84   85   86   87   88   89   90