Page 88 - Dârülmülk Konya Dergisi 2024 6. Sayı
P. 88

olmuştuk. Vakıa, “İlim Çin’de de olsa alınız…”
                                                                            diye yollara düşen, eski tabirle ihtiyâr-ı gurbet
                                                                            eden ilim adamları hakkında “ilim yolunda
                                                                            hicret eden kişi karşılığı ilim muhaciri, ilim
                                                                            yolcusu” demek daha uygun düşerdi. Ama
                                                                            “galat-ı meşhur, lügat-i fasihten evlâdır”
                                                                            fehvasınca böyle derdik. Bu anlayışın eğitim
                                                                            ve ilimler tarihimizde “rıhlefi’l-ilm” tabiriyle

                                                                            karşılandığını ekleyip geçelim.
                                                                            Kendisi de akşam hazırlıklarına katılmak,
                                                                            dernek tabiriyle “bir tarafından tutmak”
                                                                            istediyse de ben “Olur mu ağabey!.. Sen bunca
                                                                            yoldan kalk gel, biz sana burada hizmet ettirelim.
                                                                            Eski yaptıklarına sayıver! Buyur otur. Çayımız
                                                                            da beş on dakikaya hazır olur” gibi sözlerle
                                                                            onu oturttum. Vakit kaybetmeden işimi
                                                                            bitirip karşısına oturdum. “intehizi’l-fırasa
            Ferruh Müftüoğlu’nun                                            inde imkâniha / fırsat- ganimet bil!” fehvasınca
            Akarsu Yapıları 1 adlı                                          sohbete başladık. Baş başa oluşumuzu
              1983 tarihli kitabı”                                          fırsat bilerek “Ağabey özelde bu İngilizler,
                                                                            genelde batılılar nasıl insanlar? Neden bu
                                                                            kadar ilerlemişler? Nasıl çalışıyorlar? Kafaları,
                                                                            zihniyetleri ne?” gibi soruları peşpeşe sordum
                               beraber kilim ve minderlerle şark odası gibi   ve susup cevabını bekledim. Gördüklerini,
                               döşenmişti. Bu inşaata Ferruh Ağabey’in      düşündüklerini anlattı, kısaca: “Disiplinli,
                               katkısını tam hatırlamıyorum ama Niyazi      çalışkan ve organize olduklarını, herkesin kendi
                               Özdemir’in ilk romanının orada gözden        işini en iyi şekilde yapmaya âdeta programlandığını,
                               geçirildiğini biliyorum.                     yemek-içmek, gezmek ve eğlenmek gibi şahsi
                                                                            ihtiyaçlarına çok önem verdiklerini, kendilerini
                               Hiç unutmam artık ocakçılığa terfi ettiğimden

                               (!) bir akşam saatlerinde derneği açmış, etrafı   alâkadar etmediğini düşündükleri meselelerle
                               temizleyip süpürmüş, bardakları yıkamış,     ilgilenmediklerini, ihtiyaçlarını karşılamanın tek
                               çay ocağını düzenliyordum. “Selâmünaleyküm   yolu olan çalışıp, para kazanmayı öncelediklerini…”
                               Hoca Efendi!..” nidâsıyla açık kapıdan içeri bir   söyledi. Cebinden bir kâğıt çıkararak iki kafa
                               baş uzandı. “Nasılsın? Ne var ne yok, bakalım?”   resmi çizdi. Birinin altına “İngiliz/batılı”,

                               diyerek içeriye o beşûş çehresindeki hafif   diğerine “bizimki” yazdı. Bizimki bildiğimiz
                               gülümsemesiyle “bizim gurbetçi (!)” girdi. Evet   yuvarlak bir şekilde, diğeri ise başının bir
                               o yıllarda çalışmak üzere Almanya’ya gidenler   tarafı şişmiş, hattâ koni şeklinde uzamış
                               için kullanılan bu tabiri ufak değişiklikle   bir karikatür gibiydi. “İşte” dedi “Batılının
                               “bizim gurbetçi” halinde bizler de kullanır   kafasındaki bu şişik kısım onun kafasının sadece ilgi
                                                                            alanıyla alâkalı gelişmesini göstermektedir. Biz ise







                                                                          86
   83   84   85   86   87   88   89   90   91   92   93