Page 63 - Dârülmülk Konya Dergisi 2024 5. Sayı
P. 63
edilmesinin zarurî olduğunu düşünüyorlardı. ve kısaca bütün ilimlerin merkezinde ve hatta
Bütün bu yazarlara göre tasavvuf, fıkıh, üstünde yer alan bir ilim olarak inşa etmişti.
hadis ve kelâm gibi konusu, bilgi üretme Tasavvufun ulaştığı bu merhale, gerçekte
yöntemi ve kavramsal söylemi olan İslâmî kelâmın dînî düşüncedeki otoritesine bir baş
bir ilimdi. Tasavvufun temel iki özelliği, kaldırı, ama diğer taraftan da bir hakikat yolu
keşf ve müşâhede gibi epistemolojik bir olarak felsefeye karşı vahye dayalı bir dînî
çerçevesinin olması, mahiyeti itibariyle de düşünce olduğunu ifade etmekteydi. İbnü’l-
dindeki ihsan alanına özgü olması ve fıkh-ı Arabî’nin perspektifinden baktığımızda,
bâtın bakımından teklifi konu edinmesiydi. Bu felsefe metafizik konularda, en genel anlamda
çerçevenin temel özelliği, keşf ve müşâhede Tanrı hakkında gerçek bir bilgi veremezdi.
diye ifadelendirilen tasavvufî bilgi sisteminin, Zira bir kısım özellikleri dolayısıyla sınırlı olan
fıkh-ı bâtın ve ihsan alanıyla sınırlı olmasıydı. akıl, yaratıcı bir ilke olarak Tanrı’nın varlığını
Bu çerçeve, fıkıh, hadis kelâm gibi din bilse de O’nun ne olduğunu bilemezdi.
ilimleri içerisinde tasavvufa belirli bir alan Dolayısıyla ulûhiyet alanına dair gerçek
açmaktaydı. Ancak aynı zamanda küllî ilim- bilgiye ancak bizzat Tanrı’nın bildirmesiyle
cüz’î ilim ilişkisinde ilimler tasnifinde kelâmın ulaşabiliriz ki bu vahiydir. Diğer yandan
küllî ilim, tasavvufun da fıkıh gibi kelâma kelâm, her ne kadar vahye tabi olsa da vahyin
bağlı cüz’î bir ilim olduğu ve dolayısıyla verilerini aklın ilkelerine göre te’vil ettiği
meşruiyetini kelâmdan alan bir ilim olduğu için gerçek bilgiyi veremez. Kelâm, ulûhiyet
kabulünü tazammun etmekteydi. İşte bu alanına dair vahyin verilerini, sadece akıl
şekilde oluşturulan bir tasavvuf bulan İbnü’l- alanına taşımaktan ve dolayısıyla vahyi akla
Arabî, tasavvufu başka bir merhaleye ve indirgemekten başka bir şey yapmamıştır.
düzeye taşımıştır. İbnü’l-Arabî ile birlikte Öyleyse İbnü’l-Arabî, felsefeye karşı vahyi,
değişen şey, fıkıh, kelâm gibi dînî ilimlerle kelâma karşı da keşf ve müşâhedeyi esas alan
sınırlı bir ilişki kuran ve onlara göre kendini tasavvufu hakikate götüren biricik yol olarak
konumlandıran tasavvuf anlayışı yerine, İslâmî görmekteydi. Kısaca İbnü’l-Arabî ile birlikte
ilimlerin merkezine yerleşen ve kendi alanını tasavvuf, ahlâkî olgunlaşmanın süreci olmanın
tanımlayan bir tasavvuf anlayışının ortaya yanında ve hatta ötesinde varlığı izah eden ve
çıkmasıydı. Başka bir deyişle kendini fıkıh, insanın, varlığın hakikatine ulaşarak kendini
hadis ve kelâm gibi ilimlerle aynı düzlemde gerçekleştirmesini (tahakkuk) amaçlayan
gören ve konumlandıran tasavvuf, İbnü’l-Arabî metafizik ilmidir. Kuşkusuz bu anlayışın, keşf
ile birlikte yön veren, konusu varlık olan ve ve müşâhedeye dayalı epistemolojik bir zemini
dolayısıyla keşf ve müşâhede yönteminin ve varlığı izah etmeyi konu edinen ontolojik
metafizik hakkında bilgi ürettiği küllî bir ilim bir muhteva ve çerçevesi vardı. Sonuç olarak
hâline dönüşmüştür. Meseleyi İslâmî ilimlerin İbnü’l-Arabî, keşf ve müşâhedeye dayalı bir
gelişim tarihi bakımından ele aldığımızda bilgi sistemiyle en genel anlamda varlık olmak
gerçekte İbnü’l-Arabî’nin yapmak istediği şey, üzere geniş alanda bir söylem ortaya koymak
bir metafizik tasavvufun ortaya çıkmasıydı. suretiyle metafizik bir tasavvuf inşa etmişti.
Başka bir ifadeyle o, tasavvufu, İslâmî ilimler İbnü’l-Arabî arkasında geniş ve derin bir
için düzenleyici, onların ilkelerini tashih eden külliyattan oluşan miras bırakmıştı. Kuşkusuz
61